24 Ocak 2010 Pazar

Up in the Air




Filmin nasıl bir film olduğundan çok ne anlattığını, ne hissettirdiğini anlatmaya çalışacağım sanırım. Kahramanımız Mr.Bingham Amerika'nın yarısını işinden kovan bir şirkette bu adamları "kovan" kişi yani masanın önünde lap-top açık tarafında. Yaptığı işin insani açıdan zoruluklarıyla falan fılan bir ton dalgasıyla başa çıkmakta çok başarılı olan adamımız hayatına giren çıkan insanlarla aslında bir bok yaşamadığının farkına varıyor. Filmi izleyin.Benim gözümde bir "must-see". Girizgah paragrafı dip notu : Filmin adını "Aklı Havada" diye Türkçeleştiren çevirmenin beynine sövmekle birlikte bu embesilliğin filmin Türkiye gişesine darbe vuracağını düşünmekteyim, iyi ki George Clooney var. Filmler orjinal adıyla mı kalsa ne.

Neyse gelelim bana neler hissetirdiğine; hayatta ne kadar özgür olursak olalım,buzdolabımızda ne kadar çok ufak şişe olursa olsun, sorumlu olduklarımız,sorumluluklarımız ne kadar az olursa olsun ve karşı cinsle paylaştıklarımızın seviyesi ne kadar düşük bağlayıcılıkta olursa olsun hepimizi ihtiyacı var birine bağlanmaya,beraber uyanmaya, tek bir şişe Jack'e ama bir mini buzdolabında değil evin salonundaki dolapta yorgun argın işten geldikten sonra 2 buzla karışmak için bekleyen, ihtiyacımız var insanlar için düşünmeye kendimizden gayrı, eninde sonunda ihtiyacımız var birinin koynunda uyuyup rüyamızda aldığımız şekilde uyanıp yan yana güne başlamaya,çocuklarımızı maça götürmeye,onlar evlenirken yaşlanmış ceketimizin yakalarını düzeltmeye göz yaşlarımızı saklamak adına,birisi için "orada" olmaya,birinin bizim için "burada" olmasına...


p.s : 50 yaşından sonra saçlarım George'unki gibi beyazlarsa mesut olurum Tanrım.

2 yorum:

  1. anne ben atilla dorsay oldum ' a bayıldım! :)
    atilla dorsaycılık oynamaya devam et bence.

    p.s: 50 yaşından sonra saçların george'unki gibi beyazlıcaksa zaten evinde otur ve 50 yaşına gelmeyi bekle :P

    YanıtlaSil
  2. Bizim aile de genetik o =) sözlerimiz vardı ama tabi unutmayalım =)

    YanıtlaSil