11 Şubat 2010 Perşembe

"Saf" Yetenek Cassio Lincoln Üzerine







Net olarak hatırlamıyorum ama sanırım 2005 sezonunda ki Şampiyonlar Ligi maçıydı Schalke, Fenerbahçe ile İstanbul da oynuyordu. "Ah" demiştim " keşke bizim böyle bir oyuncumuz olsa"...Galatasaray'ın Felipeleri,Necatileri "10" diye denediği senelerdi. Hagi'nin yerine koyamamıştık kimseyi ne kadar zorlasak bir lider çıkmıyordu takımın içinden.


2007 senesinden "Cassio de Souza Soares Lincoln Galatasaray'da" diyordu web sitesi. Gözlerime inanamamıştım. O Fenerbahçeyi parçalayan adam Galatasaray da idi. Özhan Canaydın bile herkesin önünde ki ağır ifadesini bırakmış "benim arabam Lincoln" tarzı esprilere başlamıştı.


İlk maçı efsaneydi; uzaktan muhteşem bir şut çıkardı Olimpiyat Stadında ve farklı kazandık o maçı ki bu başarısını ikinci senesinin ilk maçında da tekrarlayacaktı. İlk sezon çok saygı gösterdi Galatasaray taraftarı ona pek de parlak -aslında bu haksız bir tanımlama- en azından bekleneni pek de verememesine rağmen 28 maçta 7 gol ve 8 assistle. Ve dedikodular başladı "çok para alıyor", "isteksiz". "disiplinsiz" bilmem ne bilmem ne.. Bitti Lincoln o sene bitti. Karl Heinz Feldkamp toprak olduğunda bir futbolcunun kariyeriyle birlikte yatacak orada. Haklı eleştirilerin yanında "saf yetenek" ten oluşan Lincoln'un Türkiye macerası eşlik edecek ona sonsuz uykusunda. Hakan Şükür güçlüydü, -belki Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en güçlü futbol figürüdür-, mücadele edebildi Kalli'nin Nazisel deneyleriyle fakat Lincoln yapamadı.


2.sezon kafasında bittiğini düşündüğüm Galatasaray'ın kamplarına geç kalmayı ülkesinden geç dönmeye vb gibi disiplinsizliklere başladı ki bunu bende sonuna kadar eleştirdim hala eleştiririm. Son örnek Kader Keita'dır Lincoln gibi fantastik bir oyuncu fakat milli takımdan geç dönmelerii eyvah dedirtti. Devam edelim Lincoln'ün Galatasaray macerasına. Skibbe'nin gelişiyle birlikte "yıldız oyuncu" oldu Lincoln, Harry Kewell ve Milan Baros'a rağmen. İlk haftalarda herşey güzeldi Galatasaray ezip geçiyor, çok keyifli futbol oynuyor, 5 dakikada maç kazanıyordu. Sami Yen deki Beşiktaş maçında toplu, topsuz her pozisyonda darmadağın etti siyah-beyazlıları. Daha sonra işler kötü gitmeye başladı ve bana göre çok kötü bir antrenör olan Micheal Skibbe ile yollar ayrıldı takım Büyük Kaptan'a iade edildi. Galatasaray tarihinin saha içi yönetimi anlamında ki en büyük yanlışları herhalde bu dönemde yapıldı. İlk yarı fırtına gibi giden Lincoln, Avrupa'da da çok iyiydi.  Bülent Korkmaz'ın Hamburg maçında ki hataları onunda herşeye rağmen düzelmeyen medyadaki sempatisini her zaman arkasında olan taraftarın gözünde de bitirdi. Hatırlayalım o maçı.. Muhteşem başladı Galatasaray, Lincoln biraz daha gerideydi belki sahanın en kötüsüydü ama maç bir anda 2-0'a geldi Kewell stoperde harikalar yaratıyordu.. Bülent Korkmaz'ın bu dakikadan sonra yapması gereken Lincoln'u çıkarıp her maç oyuna soktuğu gereksiz Mehmet Güveni savunmaya alması Kewell'ı ileri göndermeseydi. 12 yaşında 3 maç izleyen çocuğun düşünmeden şeyi yapabileceği bu değişiklikleri Korkmaz yapmadı ve 2-2 oldu. Daha 20 dakika vardı bitime ve bu andan sonra artık son yapması gereken şey olan Lincoln'u çıkarıp Mehmet'i aldı oyuna orda bitti Galatasaray'ın final umudu ve Lincoln'ün Ali Sami Yen macerası 2.senesinde ki oynadığı 38 maçta attığı 9 gol ve yaptığı 21 asisstle ligin asisst kralı olarak.




4-5 gün önce Brezilya'ya geri döndü Lincoln 2 milyon Euro ve gelecek transferinin %50si ile. Gelecekte transfer olup Galatasaray'a katkısı olur mu bilmiyorum ama bu adam bize hiç bir şey vermedi demek biraz haksızlık olur. Çok yetenekiydi,her an oyunu,skoru değiştirebilirdi ama evet sonuna kadar katılıyorum çok disiplinsizdi. Belki bunun nedeni adını ezebildiği teknik adamlarla çalışmasıydı yada karakteri buydu ama kendi takım arkadaşlarından küfür yememeliydi Lincoln ne olursa olsun. İyi de oldu Galatasaray'dan gitmesi hem bizim açımızdan hem onun açısından. Artık her topu ayağına aldığında dünyaları değiştirmesini bekleyen bir taraftar yok en azından psikolojik olarak rahatız, onun üstündeki baskı da azaldı bu yönde. 

İnsan belki Frank Rijkaard ve Johan Neeskens ile verdiklerinin çok daha fazlasını verebilirdi diye düşünmeden edemiyor gerçi Rijkaard'ın konu hakkında görüşünün alındığını bile sanmıyorum hepimiz onu yollamaya çok istekliydik o da kendini göstermek için kampa bile gelmedi. Zaman zaman gözlerim arıyor Cassio'yu özellikle 4-6-0 benzeri oynamaya çalışırken. Palmerias'ta başarılar Lincoln...

Edep Ya Hu


GALATASARAY-Antalyaspor









Bugünkü maçı 3-2 kazanmamıza rağmen Türkiye Kupasından elendik. Maç hakkında çok uzun detaylı bir inceleme yazabilirim aslında, neden böyle olduğu,nasıl daha iyiye gittiğimiz,merkez santrafor eksikliğimiz,sistem vb vb..fakat bu maç için aklımda kalan tek şey birazcık edep ya hu oldu.


Edep ne demek : Arapça bir kelime olup, dedelerimizden duymaya alışkınızdır. Manası; saygıdır. Rakibe saygı, izleyenlere saygı, icra ettiğiniz spor dalına saygı ve en önemlisi kendinize saygı. Eğer 28 yaşındaki bir futbolcu sadece rakip takımı elemek için sahanın ortasında 1 dakika yatıyor, acılar içinde kıvranıyor saha kenarına çıktığı anda da yeni doğmuş ejderha gibi şahlanıyorsa bunun adı edepsizliktir. Sadece Galatasaray kurbanı olduğu için demiyorum bu "profesyonellik" kisvesi altında ki edepsizliğin ne kadar iğrenç, ne kadar itici bir şey olduğunu. Dünyanın her yerinde ki her takımın her maçı için belirtiyorum ki biz futbolu kıran kırana olduğu için, heyecanlı olduğu için topla oynandığı için seviyoruz. Top oyunda değilken ben rakip futbolcunun "kramp girdi hocam" yalanında ki bacağını seyretmekten hoşnut olmuyorum. Bunun adı edeple kazanmak, hakederek kazanmak değil, çalarak,çırparak zamanı yok ederek emeği parçalayarak kazanmaktır. Rakip takımın antrenörü oyuncularının sahanın ortasında mütemadiyen düşmesinden, kalecisinin tam 1dakika 22 saniye topu oyuna sokmamasından mutluluk duyuyorsa eğer; bırakalım kupasınıda liginide ben Galatasaray'ı zaman geçirdiğinde "koskoca Galatasaray bunlara mı kaldı" denildiği için seviyorum. Evet; biz KOSKOCAYIZ....Birazcık Edep YA HU!. Kupada başarılar Antalyaspor.

10 Şubat 2010 Çarşamba

"Körler Ülkesindeki Kasaphane"


www.alisamiyensokak.com






"Türk Futbolu’nda devrim yapmak isteyenler engelleniyor. Marka değeri peşinden koşanların atladığı ya da görmezden geldiği, Skibbe’yle başlayan Rijkaard’la devam eden, pasa dayalı modern futbol anlayışının oturmasını, Galatasaray’ın başarılı olmasını, Galatasaray’ın Türk Futbolu’na kazandıracaklarını istemeyenler var, güzel futboldan nefret edenler.
Pehlivan bir santrfor, kasap orta saha ve savunma oyuncularıyla, iyi mücadele ettiğine inanılan takımlar var hâlâ. Bileğe, ayağa, dize gelen sert müdahaleleri isteyen teknik adamlar var. Bunları televizyon ekranlarında alkışlayan, destekleyen yorumcular var. Bu yıldırma futboluna göz yuman hakemler var.
Artık yeter!
Futbol oynamak istiyoruz, sahada! Futbol oynamaya, pas yapmaya, sakatlık yaşamamaya uygun, adaletli bir ortam istiyoruz!
Haksızlığa karşı durma zamanı, Hagi ruhuyla! Arda’nın gerçekten kaptan olduğunu algılamasının zamanı, Metin gibi oynamanın, yenilmekten korkmamanın!
Galatasaray olduğumuzu hatırlamanın zamanı, Adnan Polat’tan Kapalı’sına!
Size sesleniyoruz Galatasaray sevgisini yüreğinde taşıyan herkese, sesinizi duyurun, isyan ateşine bir odun da siz koyun!
Güzel futbol oynamak için, haykırın, bağırın, çağırın, yazın!
Türk Futbolu’nu, marka değerini, izlemek ve içinde yer almak istediğimiz bu ortamı kirletenlerden arındırmak adına, sessiz kalmayın!
Kasap futbolcuları, buna prim tanıyan hakemleri, teknik adamları, alkışlayan yorumcuları yuhlayın!
Artık yeter!
Futbol oynamak istiyoruz, sahada! Futbol oynamaya, pas yapmaya, sakatlık yaşamamaya uygun, adaletli bir ortam istiyoruz!"

7 Şubat 2010 Pazar

Euro 2010 Ön Eleme Grupları Değerlendirmesi

 




Kuralar bugün çekildi. Andriy Shevchenko'nun eline baktığımız grubumuz şöyle oluştu :
GROUP A 

Almanya
TÜRKİYE
Avusturya
Belçika
Kazakistan
Azerbaycan


Rakiplerimizi Tanıyalım : 
(Almanya'yazısı için sevgili Can Seven beklenmektedir.)





Avusturya :

3. Olduğumuz 2008 Avrupa şampiyonasının ev sahibi olup ilk kez katılma şansı yakalayan Avusturya 7 kez dünya kupası finallerine gitti, Kuzey Avrupa modelinde bir futbol oynuyor. FIFA sıralamasında 61. sırada bulunan Avusturya, en büyük Başarsını 1954’te Dunya Kupasında 3. olarak yaşadı.  Didi Constantini yönetimindeki Avusturya yı deplasmanda rahat yeneceğimizi düşünmekle birlikte içerde zorlanabiliriz.  Kadrosunda Türk asıllı oyuncular da var bunlar arasında Beşiktaşlı Ekrem Dağ, Rapid Wien’li Yasin Pehlivan ve Veli Kavlak, Eintracht Frankfurt’tan Umit Korkmaz. Genelde Avusturya liginden oyunculara kadrolarında rastlıyoruz fakat Napoli’li genç forvet Ervin Hoffer ve Red Bull Salzburg’da oynayan mevcut kadronun en golcü ismi Marc Janko dikkat edilmesi gereken isimler. 

                                                            





















Belçika :

Sık sık denk geldiğimiz Belçikayla en son geçen seneki Dünya Kupası elemelerinde karşılaştık. Garip garip skorlar aldığımız Belçikayla geçen sene İstanbul da berabere kaldık, Belçikada ise formalite maçında kaybettik. Zamanında Emile Mpenza’yla canımızı çok sıkan bu takım şimdilerde yeniden yapılanmaya gidiyor. Akıllarımızda 2000 Avrupa Şampiyonasında “9” Hakan Şükür’ün kalecinin ellerinin üzerinde zıplayarak attığı gol ile hatırladığımız Belçika, eski kolonilerinden oyuncularla bugüne kadar biraz daha dinamik bir futbol oynamaktaydı ancak birkaç senedir ne oynadıklarını bir türlü çözemememin nedeni bir şey oynamadıklarından olsa gerek. Eric Gerets, Enzo Schifo’lu efsanevi günlerini arayan Belçika’nın bugüne kadar ki en büyük başarısı 4 kere katıldığı Avrupa Şampiyonasında 1980’de aldığı ikincilik ve 11 kere katıldığı Dünya Kupasında ’86 da kazandığı 4.cülük. Dick Advocaat yönetimindeki Belçika’nın en dikkat edilmesi gereken oyuncuları savunmada tecrübeli Van Buyten ve füze gibi şutlara sahip bu sene Arsenal’a giden Thomas Vermaalen. Orta sahada genç yetenekleri Liege’li Steven Defour ve Everton’lı Maourane Fellaini, gol yollarında ise seneye oynar mı tahmin etmesi güç olan Wesley Sonck ve AZ Alkmaar lı Dembele dikkat edilmesi gereken oyuncular.

                                     





   




( Moussa Dembele)
                                                                                   (Steven Defour)









Kazakistan :

Rus ekolünün temsilcisi olan Kazakistan eski Sovyet topluluklarının en atarlı insan grubuna sahip olmasıyla bilinir. Yüksek fizikteki fakat “kazma” futbolcularıyla Kazakistan bence bu grupta Azerbaycan’la sonunculuğa oynar. FIFA sıralamasında 125.sırada bulunan Kazaklar en büyük yenilgilerini 6-0 lık sonuçla bizden almışlar.  Şöyle muhteşem bir futbolcuları olmamakla birlikte Kazakistan’ın en golcü oyuncusu olan Ruslan Baitev dikkat çekiyor. Alman Bernd Strock yönetimindeki Kazakistan ve yine bir Alman’ın yönetimindeki Azerbaycan Almanya’ya 12 puan vaat ediyor gibi durmakta. Kazakistan fikstürün hangi aya denk geleceği bizim için çok önemli açıkçası.




( Bernd Strock)






Azerbaycan :

Kardeş millet diye nitelendirilen Azerbaycan bu grubun en güçsüz takımı hem içerde hem dışarıda rahat kazanabileceğimizi düşündüğüm Azerbaycan maçlarını Tefik Bahramov ve Lankeran stadyumlarında oynuyor. Dünya sırlamasında 114. sırada bulunan Azerililerin dişe dokunur bir başarılı bulunmamakta. Kendi deyimleriyle tekniğimiz iyi ama fiziğimiz zayıf diyen Azeriler ulusal takımlarını genelde Azerbaycan liginde mücadele eden takımlardan oluşturuyor. En dikkat edilmesi gereken oyuncuları Hollanda’da FC Twente’de forma giyen forvet oyuncusu Vagıf Javadov. Alman teknik adam Berti Vogts’un yönetiminde takım.


(Vagıf Djavadov)








Sonuç :

Almanya’ya puan kaybedilmesi takdirinde bile gruptaki diğer takımları hem içeride hem dışarıda yenebilecek kapasiteye sahip olduğumuz için maksimum düzeyde puan kazanmamız gerekiyor. Geçen seneki İspanya fikstürüne denk gelmezsek bu gruptan 1. olarak çıkma şansımızın çok yüksek olduğunu düşünmekteyim. Yine en büyük rakibimizin kendimiz ve iç problemlerimiz. Doğru bir teknik direktör ve Allah için bir ekol sistemle (“catenaccio”’ya bile razıyım) deplasmanın bile olmadığı bu gruptan elimizi kolumuz sallaya sallaya çıkabiliriz.


Final Third…





Yorumcularımızın bahsetmekten çok mutlu olduğu bir bölge vardır futbolda o da 3. bölge. İngilizlerin “final third” dediği alan. Yani orta saha yumurtasının bittiği yer. Galatasaray bugün orada 3 tane doğru pası bir arada veremedi taa ki 85. dakikaya kadar. Maçında özeti bu oldu 0-0.


İlk yarının ilk 25 dakikası fırtına gibi gelen Kayserispor neden sonra yine Tolunay Kafkas’ın 3 büyüklere karşı yıllardır oynattığı anti-futbol yeniden başladı. Yugoslav faulleri, inceci tackle lar ve Franco Cangele adlı Diego Lugano isimli futbolcunun Arjantin ofisinin kendini sürekli olarak yere atmalarıyla, bizim çocukları yine futboldan soğuttular. Yalnız burada değinmek isterim her ne kadar Keita’nın davranışını onaylamasamda; demek ki hakemlerin sonunda kırmızı göstermesi için Galatasaray’lı bir futbolcunun kendini kurşun yemiş gibi yere atması gerekiyormuş.




Zaten hafta içinde ki atışmalardan gergin bir ortamda başlayan maç Kayserinin dominasyonuyla ilerleken 30.dakikadan itibaren Galatasaray maçın o anına kadar yapamadığı pasları yapmaya başlayarak önce maçı dengeledi sonra da kontrolü eline geçirdi. 40. dakikada Neill’in Kayserispor’un şansına yenildiği ve 45. Dakikada Arda Turan’ın kötü vuruşu skoru değiştirmemizi engelledi.

İkinci yarıda ise rakip 10 kişi kalana kadar 10 kişi kaldıktan sonra da Galatasaray 4-6-0 ile etkili olabileceğini sonuna kadar gösterdi. Yazının başında da söylediğim gibi 2 senedir en iyi yaptığımız şey olan 3.bölgedeki doğru paslar ve skora giden efektif oyunu bir türlü gerçekleştirmedik 89’a kadar. 91 doğumlu Emre Çolak efsane şampiyonlukta Aydın Yılmaz’ın başardığını başaramadı. Beklide böylesi hayırlıdır canı sağolsun. İkinci yarıda ki sevindirici gelişme ise maçın sonunda gelen istatistiklere göre 490 başarılı pas yapmamızdı.

Lucas Neill’in oyunu giderek Popescu’ya benzemeye başlıyor. Bu da beni inanılmaz sevindiren bir gelişme. Bugün kusursuz olmasa da vasatın çok üstünde bir performans oynadı hem hücumda hem savunmada. İkinci takdirimiz Mustafa Sarp’a gidiyor. Yine her maç olduğu gibi bu maçta elinden gelenin en iyisini yaptı Mustafa. Mehmet Topal’ın “ilk dokunuş” sorunu ise hala devam etmekte. Takımın bekleri ise beni bugün en çok hayal kırıklığına uğratan isimlerdi. Caner Erkin ve Uğur Uçar yanlış pasları, pozisyon hataları (artık ben yazmaktan bıktım) ve manasız ortalarıyla yarardan çok zarar verdiler. Servet Çetin’in yokluğunda “eyvah” diyerek maça başlamamıza sebep olan Emre Güngör ise o eski günlerine yaklaşmış gibi gözüküyor. Arda Turan ise maç boyunca uğraştı, didindi. Zaten forvet oynamayı da kıvırırsa çok çok önemli takımların kadrosunda oynamayı hak edecektir.

Sonuç olarak, Kayseri zor bir deplasman. Güzelim stada sahip bir ilin böyle berbat bir zemine sahip olmasını 2 yıldır bir türlü anlayamadım. Bu saha sanırım tam Tolunay Kafkas’ın oynamak istediği saha. Rakibe pas yaptırmamayı başaramadıklarında saha başarıyor. Zor bir deplasmandan 1 puan başarı olmasa bile başarısızlık değildir.

5 Şubat 2010 Cuma

I am no Man, I am Cantona








Dün gece itibariyle futbol hakkında ki filmlerle ilgili bir muhabbet içindeyken elimizde olan kral filmlerin sadece Green Street Hooligans, Shoulin Soccer ve The Football Factory olduğundan yakınır haldeyken arkadaşım Kıvanç Turhan'ın tavsiyesiyle gün itibariyle Not.Forest efsanesi Brian Clough'un hayatını anlatan "Damned United" ve futbolcuyken çok az maçını izleme şansına sahip olduğum fakat hala ona saygı için "yakalarımı kaldırdığım" adam hakkında yani Cantona hakkında olan Looking For Eric'i izlemiş bulunmaktayım.

Looking for Eric, bir Fransız ve İngiliz ortak yapımı, kaynağı ise hayatın her zaman kendisi olduğunu iddia ettiğim futbol ve takımlar. Steve Evets'in muhteşem oyunculuğuyla şahlanan Jack Bishop, "o" kadını yıllarca önce terk etmiş, öz kızı ve 2 adet hayırsız üvey evladı arasında gelip giden bir Manchester United fanatiğidir.Odasında Eric the King'in boy boy resimleri olan bu abimizi artık tutunamadığı, uğraşmadığı ve kırılmakta olana yaşamına bağlamaya çalışan arkadaşları "kendilerini idolleştirdikleri bir adamın yerine koyma" tarzı bir eyleme girmelerinin ertesinde, Jack 2 duman üfleyeyim derken Cantona'nın sanrısıyla karşılaşır ve hayatındaki her şey bir anda değişmeye başlar...Spoiler olmaması adına "plot" hakkında daha fazla bilgi vermeyeceğim.



Looking for Eric, bu sene Cannes'da yarışacak. Cantona'nın varlığı Fransızları ne kadar etkiler bilmiyorum ama genelde "ağır", yapımları tutan Cannes jurisinin bu filme bir ödül vereceğini zannetmiyorum ama Looking for Eric futbol ile yaşamı çok iyi birleştirmiş bir film. 40.000 kişinin önünde takım arkadaşlarınıza güvenirsiniz, sizi sevenlere güvenirsiniz, yaşadığınız gezegende olduğu gibi...Arkadaşlarınızın kıçınızı kollamasından mutlu olursunuz ve sizde onlarınkini kollarsınız.. Ve ne olursa olsun daha fazla seçenek olduğunu düşünmeniz gerekir hayatta tıpkı futboldaki gibi...Şut çekmek yada çalım atmak her zaman gole giden yol değildir, zaman zaman pas ta vermek gerekir. Eric Cantona gibi karızma akan,egosu tavan bir futbolcunun hayatında ki "sweetest moment ever"'ın bir pas olması gibi başkasını mutlu etmek, en mutlu anıdır hayatınızın bazen... Dediğim gibi ödül alır mı bilmiyorum fakat Ken Loach'ın yönettiği bu film sadece futbol izleyicileri için değil herkes için geliyor...Cannes'da gösterilene kadar sinemada izleme imkanınız olmadığı için "korsan production" lara yönelmeniz gerekiyor ilgililer yorum bırakabilir. ( Başrol Steve Evets ve Cantona'nın yaptığı dans kaçırılmaz)





Cantona hakkında biraz bilgi : '66 Marsilya doğumlu. '87 de profesyonel futbola başladı.Les Blues ile 45 maçta 20 gol atan Cantona; Marsilya ile Ligue 1 şampiyonu, Montpellier ile Fransa Kupası şampiyonudur. 1992'de Leeds United ile İngiltere macerası başlayan Eric the King esas şöhreti Manchester United ile yaptı. Leeds'le 1 kere MANU'yla 4 kere olmak üzere 5 kez Premier League şampiyonu olan Cantona yakalarını kaldırarak giydiği 7 Numaralı forması ve bir taraftara sahanın içinden attığı uçan tekmesiyle ve akıl almaz gollerle tanınan arızaların kralı bir oyuncu. "Kral" ve "Kusurlu Dahi" olarak da tanınan Eric tarihin en iyi futbolcularındandı ve kim ne derse desin ne Beckham ne de Cristiano Ronaldo "7" nin gerçek sahibidir. "7" numaranın Kralı Cantonadır.


Futbolu bıraktıktan sonra sinemada ve çeşitli organizasyonlarda rastladığımız Cantonayı dün gece de Monaco'daki Poker Turnuvasında büyük ödül olan 1 milyon Euro'yu getirirken izledik.


Filmografisi de şöyle : 



  • 1995 - Le bonheur est dans le pré,
  • 1995 - Eleven Men Against Eleven,
  • 1998 - Elizabeth,
  • 1998 - Mookie,
  • 1999 - Les enfants du marais,
  • 2001 - La grande vie!,
  • 2003 - L'Outremangeur,
  • 2005 - La vie est à nous,
  • 2005 - Une belle histoire,
  • 2009 - Looking for Eric,

3 Şubat 2010 Çarşamba

Yok Artık Necati










Bu geceki maç yorumumuz taa Barcelona'lardan Can Seven Barcelona'dan bildiriyor...

çok önemli olduğunu düşündüğüm bir şey var; o da şudur ki: Galatasaray kupadan elenebilir, ligde başarıya ulaşamayabilir bir de üstüne üslük Europaleague'de havlu atabilir. Önemli olan nokta şudur; bunların hiçbiri Rijkaard'ın gönderilmesine sebep olmamasının gerkekli olması! Takım bu sene hiç bir şey kazanmasa da Rijkaard takımın başında kalmalı.

Gelelim maça; bugün Galatasaray iyi futbol oynamadı(en azından izleyebildiğim şkşncş yarıda), doğrudur sakatlar var, hem de çok önemli oyunuclarınız sakat. Keita kadroda yok. Bunlar geçerli mazaretler olur mu olmaz mı bilemem ama bildiğim şu ki Galatasaray çok önündeki, belki de sezonun en önemli maçlarına da böyle çıkmak durumunda ve bir çözüm bulunması şart. Yine de küçük de olsa bir ışık yok değil.

Transferlere gelince...Neill'le başlayacak olursam; söylemek istediğim bir şey var. Bence bu sezonun en iyi transferi Lucas Neill. Sadece top kesmesi ya da defanı organize etmesinden bahsetmiyorum. Bence bir defans oyuncusunun en önemli özelliklerinden biri, topu çıkarırkenki bilinç ve farkındalıktır. İsabetli paslar atabilen, görerek pas atan bir futbolcu. Premier League'den geldiği her halinden belli anlayacağınız.(Bu özellikler Barçanın Man. Utd.'da birkaç yıl geçirmiş Pique'de de var.)

Dos Santos. Meksika'nın "wonderboy"u. Bugün çok iyi top oynamadı ama 57. dakikada altıpasın içine öyle bir top attı ki, zekasını kullanan futbolcunun farkını gösterircesine! Topla oynaması, verdiği paslar güzel günleri uzakta olmadığını gösteriyor gibi geldi bana..

Jo, ilk yarıda sakatlandığı için izleyemedim, bir şey yazamayacağım, kusuruma bakmazsınız umarım.

Son söyleyeceğim şey TRT'yle ilgili, haber kanalı kurup başına AKP'ye yakın isimleri getirirken para sıkıntısı çekmeyen TRT maç yayınını çok kötü bir spiker ve yorumcu olarak da, yıllar önce bakkal açmış olduğunu düşündüğüm "bloklar arası" yorumcu Ömer Üründül'le gerçekleştirmesini anlayabilmiş değilim..

can
barcelona

1 Şubat 2010 Pazartesi

İlk Gol Her Zaman Güzeldir...


GALATASARAY-Denizlispor





(Geç kalan yazı için özür dilerim)

Sakatlar,transferler falan filan derken Galatasaray bir çok kişiden yoksun bir takımla Denizlispor deplasmanına çıktı ve 2-1 kazandı. Avrupa'nın şu an lig puanlarında en başarısız takımı olarak gözüken Denizlispor aslında dişli bir takım. Bunu geçen hafta Saraçoğlunda bu hafta da kendi evlerinde gösterdiler. Rakip takımın 2 saat önce yürüye yürüye 5 atması elbet oyuncular üstünde bir baskı oluşturmuştur ama takımda sezon başından beri beğendiğim en önemli özellik "kazanma arzusu". Bunu "10" her gol attığında yeniden hissedebiliyoruz.

Gelelim taktik analize : Üstte de belirttiğim gibi sakatlıklar dolayısıyla elde olan şablon 4-4-1-1 gibiydi. Emre Çolak'ın klasik "10" numara rolünde sahaya çıkması sevindirici bir gelişme işin açıkçası "gelecek" adına. İyi oynadı mı ? derseniz cevabım hayır olur ama 18 yaşında ki bir futbolcudan harikalar yaratmasını da beklemiyorduk zaten. 

Jo'nun gelişi hayırlı mı oldu hala kararsızım çünkü uzun boyu nedeniyle Galatasaray'ın pas yüzdesini düşürebilme ihtimali çok yüksek. Kolaya kaçmaya çalışan futbolcularımız topu JO ya şişirerek takıma zarar verebilirler. Bu maç da bazı anlar bunu yaşadık. Gerçi yaptığımız olumlu pas sayısı yine yüksekti fakat geçen haftaki karlı sahadaki Gaziantep maçında ki pas trafiğini yaşatamadı Galatasaray.



Her Arda Turan sohbetinde belirtirim ki Arda'nın skora katkı yapması gerekiyor üzerinde taşıdığı sorumluluklarla. Çoğu kişinin Kaptan'dan goller yerine güzel oyun beklediğini bilmeme rağmen ben Arda'nın gol atmasına yada asisst yapmasına razıyım en azından Süper Lig için. Büyük futbolcular skoru değiştiren futbolculardır dün Denizlispor'lu Braga belki kariyerinin en fantastik maçını oynadı hatta bir ara izlediğim adamın Douglas Braga değil Edgar Davids olduğunu düşündüm fakat haftaya hatırlanacak isim Arda Turan olacak. Bu hafta da gerçek "9"'u hatırlatan olağanüstü bir kafa vuruşuyla takımı öne geçirdi. 

Caner Erkin'in hakkında ne kadar olumlu düşündüğümü bu blogu takip eden sayılı sayıda ki insan bilir. Fakat, Caner kesinlikle sol bek oynamamalı. "Basic Fundemental Knowledge" diye nitelendirilen basit fundemental bilgiden "savunma" adına kesinlikle uzak. Ters kademesi yok, pozisyon almada başarısız ve en önemli 2 unsur rakibi nasıl karşılayacağını bilmemesi ve offside pozisyonlarını devamlı bozması unutmayalım bu hatalar Antalya'da bize 2 gole mal oldu. Burada suçlu kesinlikle Caner değil çünkü Caner'in yeri orası değil. Sol iç oynadığında ne kadar etkili olduğunu bizlere gösterdi Hakan Balta'nın dönmesiyle de Frank Rijkaard bu zorunluluktan vazgeçecektir eminim. 



Gelelim yeni transfer Dos Santos ve takımda değiştirdiklerine. Oyuna girmesinden sonra önce sol iç daha sonra da forvet oynayan Gio, Rijkaard'ın ve bizim ikinci 4-6-0 deneyimi oldu diyebiliriz. Strum Graz maçında Keita'yı kullandığımız yerde 20 dakika kadar oynayan Dos Santos, çok parlak bir oyun göstermese de alışı, verişi eski halinden pek de uzakta olmadığının göstergesi. Düzenli süre bulmaya başladığında ya da Kader Keita'nın dönüşünde sonuna kadar güvendiğim 4-6-0 dizilişinde Arda ve Keita ve hatta Elano Blummer ile pozisyon değiştirerek çok yönlü hücum silahlarını konuşturabilir fakat 4-6-0'ı yada bir diğer deyişle 4-3-3-0'ı ayarsız enerji Barış Özbek'le oynamak intihar olur. 

Son sözüm Leo Franco isimli kaleci bozması için. Bu adam bize kalp çarpıntıları geçirmeye devam edecekse bırakın Ufuk oynasın. Dakika 90+2 önünde öylesine zıplayan adama çarpan bir degaj yapıyor. Efsanenin onu Milli Takıma çağırmamasında bir sebep varmış demek..!