31 Mayıs 2010 Pazartesi

Rivalry Renewed





Basketbolun en üst düzeyde oynandığı NBA'de bir sezon için daha sonun başlangıcındayız. Nisan sonundan beri totem yaptım yazmayayım dedim Lebron'a, Howard'a nazar değmesin sağlam bir doğu finali izleyelim, Batı'da nasıl olsa biri Lakers'i eler dedim tutmadı.

Nitekim 3-0 lık seriden dönemeyen takımlar kervanına katılan Orlando'yu eleyerek Finallere gelen Celtics'in veteran kadrosu ile artık Gary Lineker'în futbolda Almanlar için söylediği "top döner dolaşır Almanlar kazanır" sözünün NBA şubesi olan Lakers'ın 80 lerden hortlayan rekabetini izleyeceğiz. 

Ufak çaplı bir play-off ve kadro değerlendirmesi yapalım. Celtics buram buram tecrübe kokan, experience paçalarından akan bir veteran ordusu. Ray Allen'in perdeden çıktığı seti bir maçta 135 kere oynayıp %80 sayı bulabiliyorlar. Buna birde Rajon Rondo'nun ki playoff istatistiği şudur -16.7 sayı, 5.30 rebound (YUH) 10.0 asisst- şöyle kuşbakışı adam her maç triple double'ın kapısında uyuyor. Birde bu ikilinin yanına "oynamaya gelen" -Respect Kaan Kural, Rasheed Wallace ve KG +bench de eklenirse tutulamıyorlar. Gel gör ki bana göre hala guard rotasyonunda büyük sıkıntı var. Nate Robinson'ın saman alevi performansı ne kadar sürer, hatta bir daha oyuna girer mi soruları hep kafa karıştırıyor.

Lakers da ise durum daha statik. Bench'den aldıkları katkı Lamar Odom ve arada sırada saçma sapan 3lükler sokan Farmar ile Vujacic den öteye gidemiyor pek. Brown'un normal sezondaki performansıyla playoff performansı enerji açısından çok farklı. Pau Gasol'un insan üstü performansları ve Kobe gerçeği ile bence bir adım öndeler. Lakers ı sevmeyebilirsiniz-ki bende çok hazetmem- ama NBA'in en iyi takımıdır, LeBron, Kobe'den daha iyi diyebiliriz-ki bende derim- fakat gel gör ki Lebron parmağına yüzük takacak seviyeye gelene kadar Kobe Bryant bu ligin Jordan'dan sonra en büyük oyuncusudur. Basketbol fiziğinin kaldıramayacağı sayılar atıyor. Belki eskisi kadar fantastik smaçları falan yok ama büyük bir efsane oyuncu olma yolunda tam gaz Bryant(hatta o çizgiyi çoktan geçti). Rajon Rondo'nun darmadağın etme ihtimali bulunan ve hatta şu anki oyuncu yapıları karşılaştırıldığında Celtics'de oynaması gereken Fisher ise yine bir buzzer beater yapar, +1 kazandırır diyorum.

Ve Celtics'i desteklediğimi belirtiyorum.

Love This Game!

29 Mayıs 2010 Cumartesi

PoP: The Sands Of Time






Holywood'un sıkıştığı zaman imdadına yetişen ya çizgi romanlar, ya tekrar çekimler ya da oyunlar olur ve genelde hiçbiri başarılı filmler olmaz. Gel gör ki Prince of Persia : The Sands of Time oyuncuların diliyle PoP: SoT 10 üzerinden nerden bakılsa 8 lik bir film. 

Son zamanlarda ki hayal kırıklıklarından sonra sinemada Prince of Persia ilaç gibi geldi yahu. "Destan" karakteri oyunda biraz daha serseri,atarlı bir abimiz olduğu için Jake Gylenhaal tercihi pek bir asabımı bozmuştu açıkçası ilk başlarda fakat filmde hiç sırıtmadığını beğeniyle izledim. Özür Diliyorum Jake senden!!

Ben Kingsley de kötü adam rolünde yine başarılı bir performans sergilemiş. Zaten büyük oyuncu da Lucky Number Slevin'da haham rolünde ki performansıyla beni pek kazanmıştı.

Şimdi, oyunculuklardan sonra kısaca filmin konusuna gelelim "Destan" aslında asil kan taşımayan,biraz kaderinin,biraz şansının,biraz da cesaretinin etkisiyle küçük yaşta kraliyet ailesine dahil olan bir persli çocuk. Taht ta hak iddia edemediği gibi böyle bir hevesi de olmamakla birlikte, serseri ruhlu, mahallenin kötü çocuğu tribinde pek başarılı bir prens. Pers ordusunun kutsal Alamut şehrine saldırmasıyla başlayan olaylar silsilesini spoiler vermemek adına daha fazla anlatmıyorum zaten yorucu bir iş =) -bu alamut'u da anlata anlata bitiremeyen Holywood'u kutlamakla birlikte, yıllar boyu Timur'un fethettiği bu kaleyi bir kere bile sahiplenmeyen, Türk, Çin sinemalarını da ayrıca selamlarımı iletiyorum- 

Güzel film para verilir izlenir lakin şöyle bir durum varki; film boyunca nereden hatırlıyorum ben bu hatunu dediğim Prenses Tamina rolündeki ve sonunda Quantum of Solace filminden hatırladığıma kanaat getirdiğim Gemma Artenton isimli dünya güzeli insanı izlemek paha biçilemez. Ve sadece 86 lı yahu.

bknz : "Al, git, evlen"





Hastayız 3 yaşından beri!!!!


26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sandler ve Funny People Karalamacası







Adam Sandler bu dünyada en sevdiğim Yahudi olmasının yanı sıra, acayip yakınlık duyduğum -nedense bilmiyorum-, böyle "aa bizim abinin filmi gelmiş" dediğim, çok güldüğüm,dinlediğim ve aynı zamanda oyunculuğuna hayran olduğum biridir.

Amerika'nın "Kemal Sunal"'ı olarak nitelendirebilecek bir güldürme zekasına sahip olup, aynı zamanda rahmetli gibi "çok büyük oyuncudur".  Kemal Sunal'ın da güldürmeyi amaçlamadığı filmlerinde ne kadar üst düzey oynadığını hepimiz hatırlarız ya, Adam Sandler da öyle işte. Bir çok kişi "Reign Over Me" yi izlememiştir, hatta Sandler pek fazla sevilmez. Ama "Reign Over Me filmiyle benim gözümde o senenin en iyi aktör Oscar'ı Sandlerindı.  Güldürmenin kenarından geçmeyen bir film ama son derece muhteşem bir oyunculuk performansı. Film bittikten sonra ilk düşündüğüm "hep biliyordum bu adamın büyük oyuncu olduğunu"idi. İlgilenenler için ayrıca bknz : Punch-Drunk Love.

Sandler methiyelerinden sonra filme gelelim. Funny People gerçekten izlenmesi gereken bir film en azından Sandler sevenler için. Zohan mohan saçmalamalarından sonra çok yerinde olmuş Funny People. Filmi aslında 2 ye hatta 3 e ayırmak lazım. 1. bölümü o muhteşem Sandler oyunculuğu, 2.bölümü klasik bir hehehe hadi biraz da gülelim 3. bölüm yine o melankolik Sandler performansı. 

Sandler, filmde Amerika'nın hayran olduğu herkesi güldüren bir stand-upçıyı oynuyor -kendimi lan yoksa- ; gel gör ki o klasik fıkra gibi onu güldürebilecek kimse yok etrafında, kızlar, para lakin 0 dost falan bizim Cem Yılmaz tribindeyken aslında "hayatta sıçmış" olduğu gerçeğinin üstüne bir de ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenince kelimenin tam anlamıyla "yan basan" Roger Simmons rolünde.  

"Celebrity Curse" dilimizde ise "ünlü laneti" denen bu olguyu aslında hep görüyoruz. O insanlarında da aslında "insan" olduğu gerçeği. Süper markete gidemezler, oyun oynayamazlar, bir cafeye gidip kahve içemezler ama banka hesaplarında trilyon sayıda Benjamin Franklin vardır. Ve en kötüsü de filmde olduğu gibi ihtiyaçları olduğunda genelde yanlarında çalışan "paralı askerler" dışında -onların da olduğu söylenemez- kimse bulamazlar.Dolar ile yalnızlık.Üstüne konuşabilecek çok şey var olgunun ama biraz daha detaylara girersem film hakkında büyük spoiler olacak o yüzden susuyorum. 


Sandler'a filmde Seth Rogen eşlik ediyor ki o da bayağı gelecek vaadeden bir oyuncu bana göre. Funny People'ı izlemek isteyen arkadaşlara önerim filmden sonra derin bir melankoli duygusuna hazırlanmaları. Bunun yanında klasik tabirle "güldürürken düşündürüyor". Yani çok ama çok zekice esprilere ve Amerikalıların "toilet humor" dediği bel altı esprilere de hazırlıklı olmaları.


Her filmin müzikleri hakkında bir şey söylüyorum ya genelde, bu filmde de Adam Sandler hayran bırakıyor. Kendi söylediği "Real Love" ve Warren Zewon üstadımızın "Keep Me In Your Heart"ı filmin başında çalan Paul Mc Cartney'den "Great Day" ve James Taylor'ın "Carolina On My Mind" şarkıları ile de derin derin dalabilirsiniz.  Eric Bana'nın hayran bırakan Avustralyalı aksanı da bayağı güldürdü beni açıkçası. Ondan da böyle yetenekli performanslar bekliyordum aslında Troy daki "Hector" rolünden sonra.

Neyse, Funny People güldürünün, yalnızlığın, aşkın, dostluğun efendime söyleyeyim ,insani ne kadar duygu varsa kol kola gezdiği bir film. İzleyin.Pişman olmazsınız.




25 Mayıs 2010 Salı

6 Koca Sezon...













Uzun uzun, şöyleydi böyleydi işte efendime söyliyeyim 2.sezonda bu olmuştu, 3'te şu olmuştu,o değilde bir Walt vardı sorularına girmeyeceğim. 

6 koca sezon bu diziyi izledim. Yaklaşık hayatımın 4.5 senesine denk geliyor. Bir sonraki haftayı iple çektiğim 4 tane efsane sezonun arından idare etmesi için çekilen 2 sezonun ertesinde Lost bugün kafalarda ki bir çok soruya cevap veremeden, büyük bir hayal kırıklığıyla sona erdi. Karışık duygular içerisindeyim açıkçası, sonuçta tam 4.5 yıl izlediğim, yeri geldi duygusallaştığım, kızdığım, mutlu olduğum, güldüğüm, eğlendiğim, üzerine sohbet ettiğim bir dizinin sonu..Her güzel şeyin sonu kötü olur lanetine yakalanmış olsan da iyi ki vardın Lost.

p.s. : Kim ne derse desin, Lost dizisi 2000 li yılların bir fenomeni olmuştur ve 10-15 sene sonra 2000'li yıllarda global olarak insanların aklına gelebilecek reflekslerden biri olacaktır. 2000 li yıllarda genç olmak tadında yazılarda "her hafta Lost'u beklemek" cümlesi var olacaktır.

18 Mayıs 2010 Salı

"Hiç" in Ardından








10 yıl önce bugün, bu saatlerde, 20.yy'da ezilen, Yunanistan'ın doğusunda kalan, 3 Dünya ülkesi kabul edilen bütün topraklarda, bayram sevinci vardı. İlk kez bir takım, bahisçilerin 1 e 41 verdiği bir takım, hepsi ayrı ayrı ekollerin temsilcisi olan, Avrupa'nın o zaman ki en iyi kadrolarını birer birer eleyip UEFA kupasını kaldırıyordu Kopenhag'da. 2000 li yıllara " Galatasaray Ruhu" tanımını yerleştiren efsane o gece Danimarka da, Parken Stadının çimlerinde, Popescu'nun Arsenal kalecisi David Seaman'ın sağına vurduğu an başlıyordu...Nice büyük kupaların, başarıların 10.yıl dönümlerine...



Bugün ise Galatasaray, o ruhtan çok uzak, 15 gün sezonu daha geç açacak olmasının tesellisiyle Türkiye tarihinin gördüğü en iyi kadroyu kaybediyor...

Küçük bir sezon özeti. Tobol maçıyla başladı serüven, son yılların en parlak hocalarından bir filozof Frank Rijkaard gelmişti takımın başına, elde tutulan Kewell ve Baros'un yanına Kader Keita, Leo Franco, Elano eklendi. Rüya takım deniyordu, Neeskens bile kulubedydi. Taraftar Sami Yen'i doldurmuş arka arkaya gelecek golleri bekliyordu. Çok da iyi başladı Galatasaray, ta ki ligin 8.haftasında ki Ankaragücü maçına kadar. Deplasmanda yenen 3 gol moralleri bozmuş 2 hafta sonraki fener maçı için yine sıkıntılar doğurmuştu. Yine de ilk yarının lideri Galatasaray'dı. Uefa'da yola devam ediliyor rakip ise Athletico Madrid oluyordu. Bundan sonrasını ise hepimiz acıyla izledik aslında. Sakatlıklar, gelenler gidenler, sistem çığlıkları, bireysel hatalar, kavgalar bir çok değişken bugün bu kötümser görünen yazıyı yazmamıza neden. 

Galatasaray tarihinin en pahalı kadrosu, en kariyerli hocasıyla ligi Beşiktaş'ın önünde üçüncü bitiriyor, Türkiye kupasında çeyrek finalde eleniyor ve Avrupa'da Mart ayını göremiyor.Neresinden tutarsak tutalım bu koca bir hiç, koca bir başarısızlıktır. Neden böyle oldu ? yu konuşmaktan daha çok seneye nasıl böyle olmazı konuşmak sanırım hem daha umut dolu hemde daha mantıklı olacaktır. 

Açıkça gördük ki bu sene Rijkaard'ın bir oyun şablonu sistemi var beğenseniz de beğenmeseniz de bu değişmeyecek. Sahaya çıkan 11 kişi ve yedek bekleyen 7 kişi de dünya değişse "sistem" oynayacak. İnat edebilirsek, kızmazsak, homurdanmazsak, - ki bu bir özeleştiridir - taraftarla uğraşmaktansa oyun oynarsak eminim bizi güzel günler bekliyor. Öncelikle yapılması gereken kalede Leo Franco'nun acilen yolcu edilmesi, Ufuk Ceylan'a ve Aykut Erçetin'e güvenmek olmalıdır. Nezihi Hoca da artık ya görevi bırakmalı ya da kalecileri adam gibi yetiştirmelidir. Devre arasında katılan yıllardır beklediğimiz adam Lucas Neill stoper mevkisinde korunmalı, adam gibi biri alınmayacaksa Hakan Balta stopere çekilmeli lakin sol beke Allah aşkına "modern" bir bek alınmalıdır. Aynı şeyi sağ bek içinde söyleyebiliriz. Caner'in ve Sabri'nin pozisyon alamamalarını görmekten bir sezon gına geldi.

Mehmet Topal'ın kaybıyla daha da güçsüzleşen Galatasaray orta sahası Mustafa Sarp ve Barış Özbek gibi kalitesi bir gömlek düşük oyuncularda inat etmemeli, bu oyuncuların vasat yedek olabilecekleri, kapasitelerinin en fazla bu olabileceği anlaşılarak yerine pas yapabilen "sistemi" ayakta tutabilecek bir orta saha alınmalıdır.  Ortanın önü için pek fazla yorum yapmak aslında şu an için pek mümkün değil, taraftara laf yetiştirmekle meşgul olan Büyük Kaptan bu sene kalır da aklını futbola verirse burada bir sıkıntı görmüyorum, hatta Dünya Kupasında "futbolcu" olduğunu hatırlayabilecek bir Elano'nun gelecek sezon Galatasaray'a katkısı büyük olur. Yok bunların ikisi de yolcuysa genç Emre Çolak'ta ısrar edilmeli diyorum. 

Gelelim kanatlara, belli ki futbol tarihinin en garip sakatlıklarından müzdarip, aynı ölçekte de yetenekli ve profesyonel olduğunu düşündüğüm Harry Kewell'la sözleşme yenilenmeyecek, Dos Santos'un ise durumu Dünya Kupasından sonraya kalacak. Eğer ikisi de kaybedilicekse Bursasporlu Volkan Şen bu kadroya kazandırılmalıdır. Kader Keita'yı satmak gibi bir dengesizlik yapılmayacağını düşündüğüm için bu konuyu yazmıyorum bile. 

Forvette ise büyük sıkıntı yaşadık bütün sezon. Baros'un sakatlanmasının ardından kariyer rekorlarını kırmaya çok yaklaşan Harry Kewell'ın ilk yarı itibariyle çektiği forvet mevkisi, Jo'nun gelişiyle birlikte yolcu edilen Nonda ve Kewell'ın sakatlanması ile tamamen sefilleri oynamıştır. Baros'u soldan yada ortadan destekleyebilecek Kewell türünde bir orta saha alamıyorsak en az 2 adet bitirici, güçlü ve yırtıcı santrafor bulunması zorunluluktur. Bu yapılacak transferlerden biri Türk olursa ne mutlu. Mevlüt bile ikna edilebilirse büyük katkı sağlar düşüncesindeyim ha eğer bunların hiçbirini yapamıyorsak bir sezon daha hüzünle izleriz Galatasarayımızı. Bu sezon benim aklımda kalan yegane oyuncu bu 2 adam oldu. Helal Olsun aldığınız her kuruş..

  


Bu takımdan kesinlikle gönderilmesi gereken bir sürü oyuncu var : Franco, Servet, Caner, Barış, Aydın,Ayhan eğer gerçekten kendini Parçalıya veremeyecekse Arda Turan, Jo. Seneye şu adamlardan Galatasaray'da kalsa iyi olur diyebileceğimiz sanırım bir tek Arda var. Gerisini kapının önüne koymaktan yönetim çekinmemelidir. 

En üstte yazdık. Galatasaray'ı var eden "ruhudur", "arkadaşlığıdır", "dayanışmasıdır" ve yıllarca Sami Yen'de duran pankartta yazan "konsantrasyondur". Galatasaray yönetimi ve Rijkaard futbolcularda önce bunları sağlamalıdır. 

2010-2011 sezonunda yepyeni bir stadda, bir arenada olacağız. Yılların "mabedine" veda ederken, yepyeni bir yerde yepyeni tarihler yazmak üzere...

Unutulmasın ki; Gerçekleri Tarih Yazar, Tarihi de GALATASARAY!




p.s. : Şampiyon olan ve Türkiye'de bir devrim yapan Bursaspor ve Ertuğrul Sağlam'ı ve ikinciliğe bu kadar çok sevinerek bu sene yine tek eğlence Fenerbahçeyi gönülden kutlarım.

16 Mayıs 2010 Pazar

Sinema İzleyicisinden Al Ridley Scott'a Ver





Evet içinde bulunduğumuz yıl itibariyle, Avatar ve James Cameron'dan sonra en büyük ikinci hayal kırıklığımı da yaşamış vaziyetteyim. 

İnsanlara "gözünüz kapalı gelin,beğenmezseniz paranız iade" kelamını rahatlıkla edebilecek iki isimden bahsediyoruz; biri Ridley Scott diğeride Russell Crowe fakat Robin Hood yaklaşık 2 saatlik bir hayal kırıklığı. Sanırım 2010 da büyük bütçeli filmlerde bu sıkıntıyı yaşamaya devam edeceğiz.

Gelelim filmi neden böyle acımasızca itin g.tüne soktuğumuza ; 

  1. Bir "epic tale" olmaktan çok Maximus rolüne sıkışan Russel Crowe'u kurtarma çabası :
Hiç kimse Russel Crowe'un kötü oyuncu olduğunu falan söyleyemez. Hatta bu filmde de içler acısı falan değil ancak bir çok kalburüstü filme o sıfatı yakıştıran adam zaten Russell Crowe'du bugüne kadar ne yazık ki Robin Hood'da Kevin Costner'ın bırakın yanına yaklaşmayı aynı boyutta bile değiller. Ekstra hiç bir şey yok. Gözümü kısarım, okumu atarım -onu da zırt pırt atmam arada sırada atarım- paramı alırım olmuş. Tarihten doğan karakterleri oynamaya devam edicekse Maximus'tan sıyrılmak için, lütfen yapmasın biz Gladyatör olarak seviyoruz onu. 


    2.  Oscar ödüllü bir yönetmen bu kadar tekdüze ve yanlışlarla dolu bir film çeker mi yahu ? 

Evet, İSYAN EDİYORUM. 1.sınıf yönetmenlik öğrencisi bu filmi böyle çekmez. Berbat savaş sahneleri hadi berbat demeyelim de ortalamanın ortalaması savaş sahneleri yahu. Fransa'da bu film gösterildiğinde büyük ihtimalle yer yerinden oynayacak. Kral Philippe isimli Fransız kralını resmen gerizekalı gibi göstermişler. 22 yıldır savaş filmlerinde gördük ki, çıkartma yapıyorsan tepesi olmayan yere yaparsın. Koskoca Fransız ordusu bütün İngiltereyi alacak ama çıkartma yaptıkları yerin tam karşısında İngilizler Long-Bow kullansın diye koskoca nerden baksan 75 metrelik çıkılması mümkün olmayan bir tepe var. Hadi bundan sıyrılabilirsin Ridley, yok efendim görmesinler diye falan. Ya Hu be adam piyaden kanadından atlı gelirken atlılara doğru dönmez mi bir mızrak göstermez mi? Bekler mi kanattan yesin diye. Yok eğer bu savaşın tarihi gerçekten buysa, bu savaş olduğunda Fransız ordusu böyle konuşlanmışsa 3 günde bütün Fransayı fethederiz ulan!

Gelelim filmin diğer yanlarına, Robin Hood efsanesinin başını anlatmaya yönelik bir film. Yani öyle anarşist yapıda ki bir Robin Hood'la falan karşılaşmıyoruz. Zenginden alıp fakire falan vermiyor. Savaş sahnelerinde bıktıran film diğer yönlerden de pek bir şey vaad etmiyor açıkçası. İngiliz espri anlayışı bile filmde kendine yer bulamamış. Belki biraz Cate Blanchett'in oyunculuğu ve güzelliği bir şeyler kotarıyor.

Son olarak geçen 2 saatimin ardından sevgili arkadaşım Altuğ Çiftelerli'nin film hakkında ki yorumuyla bitirmek istiyorum :

" İkinci film için biraz uzun fragman olmuş"

14 Mayıs 2010 Cuma

Somebody Killing Our Heroes!!







Uzun süre izlemediğim, bir çizgi roman sever daha doğrusu DC Comics hayranı olan kendimi de bu sebeple ayıpladığım, gecelerce ağladığım sıkıntıdan an itibariyle kurtulmuş durumdayım. Bu filmi izlememde gazı geçen Iron Man 2 posterlerine ve Altuğ Çiftelerli'ye de ayrıca teşekkürü bir borç bilirken yazının da aslında biraz yüzeysel bir inceleme olduğunu belirtirim.


Watchmen'i izlemeden önce çeşitli insanlardan çok çeşitli eleştiriler duymuş olsam da profesyonelliğe sadık kaldık ve "brilliant!!!" ya da "bu ne saçma şey lan abi" gibi tepkilere filmin ilk 1 saatinde kapılmadık. Gelelim, filme; iddialı da olsa "Watchmen" bugüne kadar izlediğim en iyi "çizgi roman" uyarlaması. Film olarak muhteşem sayılmaz hatta kötü bir "Sin City" uyarlaması bile diyebiliriz lakin çizgi roman kahramanını alıp 75 dakika içerisinde herkesi dövdürerek, güzel kızla seviştirerek sonunda da dünyayı kurtararak güzel film yapamadığımızın farkına varılmış yani en azından çizgi romanlarda pek böyle olmadığını yapımcılar anlamış. Bu olayı aslında Dark Knight la yakalamıştı izleyenler. Gerçek, Batman karakterinden uzak çekilen 3-4 filmden sonra gerçekten karanlık şövalyeyle bilmeyenler tanıştı. rest in peace heath ledger.


Filmin konusundan pek fazla bahsetmek istemiyorum, çünkü daha önce Watchmen okumadım bu yüzden ne kadar orijinal konuya sadıktı film pek de bir fikrim yok. Film '45 sonrası pek de "süper" olmayan süper kahramanların olduğu alternatif evren mantığında Amerika ve Dünya da yaşanan olayları ele alıyor. Olayı buysa Watchmen zaten okumam diyorum bu yüzden konuyu pek de beğenmediğimi belirteyim. Oyunculuklar konusunda (ki bir çizgi roman uyarlamasının olmazsa olmazdır bakınız : Joker-Heath Ledger vs Daredevil-Ben Affleck arasında ki 12 fark-) Rorschach karakterini oynayan Jackie Earle Haley abimize 10 puan la en birinci ilan edip gerisinin beş para etmez olduğunu belirtmek istiyorum. Gerçi burada hakkını yemeyeyim Malin Akerman güzelliğiyle filme ayrı bir boyut kazandırmış. Allah sahibine bağışlasın. 


Yukarıda Watchmen'in biraz Sin City koktuğunu söylemiştim. Bunun nedeni de filmin yaptığı göndermeler. Çok fazla Frank Miller havası var hem filmde hemde bulabildiğim çizgi roman çizimlerinde. Savaş,Barış,Seviş,Öldür karesinde ki filmimiz director's cut ıyla birlikte tam tamına 3.5 saat sürüyor. İlk paragrafta bahsettiğim en iyi çizgi roman ödülü de bunun eseri. İzleyiciyi sıkmadan gerçekten bir çizgi roman okuyormuş havasında tutmayı başarıyor iddalı süresine rağmen. 


Gelelim bonus özelliklere. Bu filmi sinemada izleyip legal haklarını hakkımda kullanmak isteyen arkadaşlara şunu belirtmek istiyorum ki Gerard Butler'ın sesinden inanılmaz bir çizgi roman side story kaçırmış vaziyettesiniz. Meraklısı varsa The Tales of Dark Freighter diye torrentini falan bulabilirler. Filmin belkide "işte bu" dedirten noktası ise seçilen müzikler. Film başlar başlamaz giren "Times They are -a changin" ve Bob Dylan ilerleyen dakikalarda "Hallelujah" ve Leonard Cohen, " Sound of Silence" ile Simon and Garfunkel, "All Along the Watchtower" ile Jimi Hendrix tecrübesi ve punch line da "First We Take Manhattan" ile Leonard Cohen. Soundtracki legal alacağım arkadaşlar bu dakikadan sonra =) 


Evet, sonuç olarak çizgi roman uyarlaması izlemek istiyorsanız ve gerçekten kendinizi verebileceğiniz 3.5 saat varsa Watchmen izlemeye değer...